31 Mart 2008 Pazartesi

Tahminleri Alalım..

Bu haftasonu berbat geçti demiştim ama inter'in puan kaybettiği hafta da Roma'nın Cagliari deplasmanından da rakibi gibi 1 puanla ayrılması günümü daha çekilmez hale getirdi. İspanya'da Barça'nın anlamsızca kaybetmesi (ki zaten bu sene mutlu sonla biticeğine dair bir inancım 2-3 hafta önce bitmişti) üstüne Beşiktaş'ın ruhsuzca oynayıp tahminlerimde beni yanıltmaması yetmiomuş gibi Roma'nın da bu haftayı değerlendirememesi sanki hayatımı ağız birliği etmişcesine daha da içinden çıkılmaz bi hale soktu.
Bu umutsuzluk içerisinde gelecek hafta tahminlerimde;
Arsenal-LIVERPOOL maçından üst bitecek bir Arsenal galibiyeti,
ROMA-Genoa maçından yine üst bitecek bir Roma galibiyeti,
BARCELONA-Getafe maçından en iyi beraberlik olmak üzere bir Getafe galibiyeti bekliyorum.
Sivas-BEŞİKTAŞ maçına gelince o maçıda Allah'a havale ediyorum. Umarım Delgado'nun, Gökhan Zan'ın sakatlıklarında Allah yardımcımız olurda bir beraberlikle sıyırabiliriz deplasman haftasını.

Football Manager #7


30 Mart 2008 Pazar

Efsaneler "7" Giyer

Dün acetoda gördüm resmi. Maçı izleyememiştim. Gittim özetleri buldum netten. Bu adamı hiç sevmezdim, oyununa saygım sonsuzdu ama artık benim için bir idoldür kendisi. Nasıl böyle oynar, nasıl pas atar, nasıl koşar bu adam diye öğretmeliler bizim topçularımıza. Bizimkiler bu adamın yanında sadece topçu kalıyor. Bir sözümde Alex Ferguson'a. Her zaman topu oynayanların değildir kabahat. Onları yanlış şekillerde oynatanlardadır da. Mesela Rooney, Ronaldo kavgalıydı. Hem de benim nezdimde normal her iki insanın olabileceği şekilde. Şimdi ise Manu'yu sırtlamış götürüyo bu ikisi. Yanlarına bir de Tevez'i ekledi Sir. Biz hala tribünde Holosko ile Delgado'nun arasındaki problemi anlamak için kafa yoralım. Buna kafa yorarkende şampiyonlukla ilgili pembe hayaller kurmaya devam edelim. Pollyannalığa soyunup herşey olabilir diyelim. Elimizde kalan en güzel şey de o değil mi zaten.

Olmadı, Olamadı

Bugünün her günden çok daha güzel olacağını hayal ediyordum ama olmadı. Yeni stadın 19 Mayıs'ta temelinin atılacağını ve izlicemiz maçın bu staddaki son derbi olması nedeniyle baya bi duygulanmıştım. Takımıma güven konusunda bazı sorunlarım olsa da en kötü bir beraberlik alıp gelecek haftalarda diğerlerinin puan kaybetmesiyle umutlanabilirdim. Ama o da olmadı. Aslında sezon başından beri umduğum hiç bir şey olmadı. Ertuğrul sağlam takımın başına geçtiğinde umutlanmıştım, Sinan geldi olmadı. Liverpool'u burda yenip sevinmiştik, gittik 8 yedik olmadı. Herşeye rağmen lider olduk, gittik İBB'ye yenildik olmadı. En son bu yeryüzünde en nefret ettiğim takımı yeneriz dedim (kocasıyız ya), o da olmadı. Artık bana hiç bi şey kalmadı. Kala kala yeni stadı beklemek, bu zaman da Kasımpaşa ve Olimpiyat'ta eziyet çekmek, sevinçleri bir kaç sezon daha erteleyip 100. yılın, Guinti'nin, Zago'nun, Sergen'in hatıralarıyla yetinmek ve Süleyman Seba gibi birinin tekrar başkan olması için dua etmek (ki benim hiç bir duam kabul olmaz) kaldı sadece.
Uzun lafın kısası Allah Büyük BEŞİKTAŞ Taraftarı'na bir kaç sezon daha sabır versin.

27 Mart 2008 Perşembe

Dualarımız Totti ile Birlikte

Bu adamı oldum olası çok sevmişimdir. Hırçındır, agresifdir ama bir taraftarın kulübünde görmek isteyeceği topçunun en iyi örneğidir. Takımı için yapar hırçınlığı, kazanmak için bütün agresifliğini sergiler. Öyle egzantrik hareketler yapamaz ama yeri geldiğinde tekmeye kafasını uzatacak adamdır. En azından ben öyle düşünüyorum. Neyse konuyu fazla dağıtmadan neden "Gattuso" abimizin resmini posta koyduğumu söyliyim. Sabah şu sokaklarda bedava dağıtılan gazetelerden birine denk geldim. İtalya'da bu sene Roma'nın şampiyon olmasını istiyomuş kendisi. İstemesinin asıl sebebi de Totti'ymiş. BanA kalırsa son 2 yılda İnter'in şampiyon olması rahatsız etmiştir kendisini. Gerçi ben bile kıl oluyorum o takıma ya. İngiltere'nin Chelsea'siyle birdir benim için. İkisini de sevmem. İnter bedavaya şampiyon olmuş takımdır, Chelsea'de Abramoviç'in çiftliğidir. İkisinin de hiç bir değeri yoktur gözümde. Ne kadar zor gözükse de klasik tabirle "dualarımız Roma ve Totti ile birlikte".

Football Manager #6

Beyaz Rusya:2 Türkiye:1

Şimdi gören nerden çıktı bu sonuç diyecektir. Yazıyı okuyupta beni tanıyan insanlarda noluyor bu çocuğa diye düşünebilir. Herkes bilir ki milli duyguları ve diğer bütün duyguları mantığından önce gelmeyen biriyimdir. Askerlik problemi nedeniyle ülkesinden kaçıp giden bir adama neden ulusal takım forması giydirildiğini anlamıyor ve kabullenemiyorum. Bu kabullenememe durumu da; kendi herkesten akıllı zanneden (kusura bakmayın adını bile anmak istemiyorum) bu şahs-ı muhteremin attığı gollerinde, yaptığı asistlerinde benim için hiç bir anlama gelmediğinin ve hiç bir öenm arzetmediğinin kanıtı. O nedenle o ve onun gibilerin yapacakları hiç bir şeyi sahiplenmemek benim için en mantıklı hareket.

26 Mart 2008 Çarşamba

23 Mart 2008 Pazar

Demişlerdi!....


Hem Olimpiyat stadını görmek hem de Beşiktaş'ı yalnız bırakmadan elinden geldiğince desteklemek için maça gittim. Açıkçası bugüne kadar hakkında tek bir olumlu bir şey duymadığım, staddan çok insana kabir eziyeti çektirmek için yapılan bu yerde değil maç izlemek, yanından bir daha geçmemek için yeminlerle döndüm eve. Kapalı tribünde Çarşı'nın bütün yoğunluğu ve zorlamalarına rağmen İnönü Stadı'nda maç izlemenin artık İngiltere'nin herhangi bir stadında maç izlemekle bir olduğu düşüncesine kapılmamak elde değil. Sanırım bu stad insanların spordan, özellikle de futboldan nefret etmeleri için özel olarak dizayn edilmiş, yeri özel olarak seçilmiş. Gitmesi ayrı dert, tribünde oturması ayrı dert, maçı izlemek ayrı dert. Bir e kapalıda oturarak maç izlemenin taraftara günah işliyormuş gibi gelmesini anlıyoruzda koca 80.000 kişilik stadda nası oldu da 90 dakika yine ayakta maç izlediğimizi ben dahil orda ki hiç kimse anlamadı, anlamicaktır. Koca stadda sanki maç sonlarına doğru kapıları herkese açılmış kapalı tribünde maç izliyormuş gibi yanımdakilerle içiçe girmiş şekilde maç izlemek inanılmaz derece de yordu. Eğer erken zamanda ne kadar bağırsak ta bağıralım, ne kadar yırtınsak da yırtınalım sesimizin biz dahil hiç kimseye ulaşmadığını farketmesem bide her maç sonunda olduğu gibi ayaklarımın yorgunluğuna bir de ses kısıklığını eklicektim.

Bu arada bide aklıma yönetimin yeni stadı yaparken avrupa maçlarını Olimpiyat'ta, lig maçlarını Kasımpaşa stadında oynamayı planladıkları geldi ve o an yeni stada olan düşüncem tamamen değişti. Bizim gibi geçirdiği en ufak krizde dağılma noktasına gelen kulüpler için kendini yok etme planıyla birdir Olimpiyat Stadı'nda maçlarını oynama fikri. Mümkünse ya her maçı Kasmpaşa Stadı'nda oynasın, ya da Galatasaray'ın yeni stadını bekleyip onlardan rica ederek geçirsin 18 ayı. Yoksa bu hem takımın hemde taraftarın yalan olması demektir benim için.

18 Mart 2008 Salı

17 Mart 2008 Pazartesi

Football Manager #1





Pankartlar #1


Gel de "BatiGOL" diye Bağrınma


TR'nin TORRES'i


Akşam maçtaydım her zamanki gibi. Herşey güzel başladı güzel devam etti demeyi çok isterdim. Ama nedendir bilinmez benim bu düşünceye kapılmamam için elinden geleni yapan bi kapalı üst trajedisi muhakkak yaşanıyor. Bi ara alt tarafın özellikle "Yeter" nidaları arasında maça konsantrasyon sağlamak benim gibi maç izlemekten zevk alan insanlar için baya bir zorlaşıyor. Herneyse hakemin de iyi düşüncelere kapılmama engel olmasından bahsetmicem. Malum sahada yer alana taraflardan biri olan bizim takım olunca bu artık alışıldık bir durum benim için.
Ama maçta benim için asıl güzel olan taraftarın bu topraklardan yeni bir TORRES cıktığına dair düşünceleri. Evet, bizim topraklardan diyorum kendisi her ne kadar yabancı statüsünde oynasa da... Kendileri Burak Yılmaz+Koray Avcı+ 5 Milyon Avroluk, BJK TV'deki sayın sunucu abimizin HoloŞko olarak adlandırdığı zati muhterem Filip HOLOSKO... Evet kendileri nerdeyse Torres kadar hızlı, Torres kadar güçlü, Torres kadar öldürücü bi oyuncu. Aralarında ki tek fark "Gerçek Torres"in önce ispanya sonra da ingiliz liglerindeki güçlü savunmalara karşı böyle oynaması.

15 Mart 2008 Cumartesi

Forma

Formalar bir takımı sadece karşı rakibinden ayrılması için değil aynı zamanda kendini tam olarak ifade edebilmesi açısından da önemlidir taraftarlar için. Özellikle fuıtbol endüstrileştikten sonra kulüpler için bir gelir kapısı olması bakımından da yaratıcılık anlamında sahanın içinden çıkılıp dışına taşınan bir yarış durumunu aldı. Bunun akabinde artık hangi ligte olursa olsun hangi kademe veya kategoride olursa olsun takımları her sene ayrı tasarımlar içeren formalarla görmek alışıldık bir durum oldu.
Bu kadar gevezelik yapmamtaki sebepse geçenlerde fanatik olmamakla beraber futbolu deli gibi seven bir arkadaşamın bana söylediği bir anektodla ilgili.
İkimizde 90 Dakika programını deil gibi seven özellikle Hıncal Uluç dendimi akan suların durduğu bir ortamda futbol muhabbeti yapıyoduk. O anda Hıncal Abimizin Beşiktaş formaları hakkında söylediği bir şey üzerine hemen internette (daha doğrusu google'da:) aramaya geçti. Mevzu bahis durum şuydu. Milli Takımın forma tasarımlarının son yıllarda kötüleşmesi ve bunun çözümünün Beşiktaş'ın forma tasarımcılarına bu işin yaptırılmasının tek doğru olduğuydu. Bunu aynı kelimelerle olmasa da Hıncal Ağamızın söylediği. Ki ben her sene çıkan formalardan bir tane almayı adet edinen (özellikle çubukulu olması şart benim için) biri olarak tam olumsuz bir görüş bildirecekken yukardaki çizimlere rastladım. Çizimleri görür görmez benim gibi BEŞİKTAŞK aşkıyla her maça giden, zaman buldukça deplasmanlar da boy gösteren bir kaç arkadaşıma ulaşıp bu formaların herhangi bir maçta giyilip giyilmediklerini öğrenmeye çalıştım. Ama ne yazık ki onlarda böyle bir formamız olmadığını, olsa kesin hatırlayacaklarını söyleyerk beni hayal kırıklığımla baş başa bıraktılar.
Uzun lafın kısası ben bu formaları Kartal Yuva'larında satışta görmeyi çok isterim. Ne kadar formaların artık kendilerininde bi araç halini aldıklarını bilsemde...

Var mı St. Pauli Gibisi

Viva St. Pauli!
FC St. Pauli'yi tanımayan bir futbolsever için, Avrupa'da sık rastlanan bir "kupa mucizesi"ydi yaşanan. Üçüncü ligde mücadele eden bir semt takımı Alman federasyon kupası yarı finaline kadar yükselmiş ve Almanya'nın en büyüğü Bayern Münih'le eşleşmişti. Almanya'nın en büyük liman kentine bağlı bir banliyö semti Sankt Pauli'yi bilenler için ise çok farklı bir mücadeleyi ifade ediyordu bu maç: "Anarşist, antifaşist sokak çocukları", mahallelerinde "zengin, şımarık ve ukala Bavyeralı züppeler"in karşısına çıkıyordu. Futbolun sınıf mücadelesi! St. Pauli, yarı final yolunda, ilk iki turda ikinci ligden Burghausen ve güçlü Bochum'u eledi. Ardından Bundesliga'nın güçlü temsilcilerinden Hertha Berlin'i, önce 0-2, daha sonra 2-2 ile yakalamasına rağmen 2-3 geriye düştüğü maçın uzatmalarında 4-3 yenerek geçti. Çeyrek finalde ise Bundesliga'da şampiyonluk adaylarından Werder Bremen'le eşleşti. Bu sene Şampiyonlar Ligi'nde grup maçları sonrasında Juventus'a son dakika golüyle elenen ve Avrupa'nın en golcü ekiplerinden Werder Bremen de stadyumdan öncekiler gibi boynu bükük ayrıldı (3-1). İsimleri B harfiyle başlayan takımlardan bir koleksiyon yapan St. Pauli'nin rakibi de böylece Almanya'nın en sevilmeyen ama tüm zamanların en başarılı kulübü Bayern Münih oldu.
Günah semti
Hamburg'un biraz dışında bir banliyö semti olan St. Pauli, yaklaşık 800 yıllık bir geçmişe sahip. On yedinci yüzyılda zengin Hamburg'a giriş-çıkışları kontrol edebilmek için "Millerntor" adı verilen büyük bir kapının inşa edilmesiyle kurulan semt, Hamburglular için iki yüz yıl öncesine kadar küçümsedikleri, "Hamburger Berg (Hamburg Dağı) idi. Semt, Hz. İsa'nın havarilerinden Tarsuslu Aziz Paulus'un ismini taşıyor. Ancak adıyla tezat bir şekilde bugün, Avrupa'nın Amsterdam'dan sonra eğlence, seks ve gece hayatı merkezi. Elbe nehrinin kıyısında yer alan semtin nüfusu 30 bin civarında. Kurulduğu dönemde veba, cüzam gibi bulaşıcı hastalıklara yakalananları kentten uzak tutmak ve limana ait küçük ama pis atölyeleri barındırmak için kurulan semt, birçok liman bölgesi gibi kısa sürede farklı bir yönüyle ön plana çıktı. Almanya'nın en büyük limanı olan Hamburg'a gelen denizcilerin canlandırdığı eğlence ve fuhuşun merkezi oldu. Bulaşıcı hastalıklara yakalananları toplumdan uzak tutmak için kurulan semt, artık tüm günahların merkeziydi. Bir zamanlar gemilere halat yapan atölyelerin dizili olduğu Reeperbahn da (halatçı yolu) barları ve genel evleriyle "Almanya'nın en günahkâr bir kilometresi" olarak ün salmıştı. St. Pauli, köklü bir müzik geçmişine de sahip. Hatta ünlü olmadan önce İngiliz Beatles grubu da bu bölgede bir süre yaşamış ve müzik yapmış. Bölgedeki müzik kültürünün bir diğer göstergesi ise Alman punk hareketinin merkezi olması. Zengin Hamburg'dan kopan ve dışlanan bölge, fakirlik ve geri kalmışlığın da etkisiyle, anarşizmin yükseldiği, tüm marjinal grupların serbestçe var olduğu bir yer. Geçtiğimiz on yıllarda Almanya'nın önemli sosyal krizlerinin de burada yaşandığını belirtelim.
FC St. Pauli
St. Pauli, bu marjinal hayat kadar futbol takımıyla da akla geliyor. 15 Mayıs 1910 yılında Hamburg'da kurulan kulüp, kahverengi-beyaz renkleriyle köklü bir geçmişe sahip. 96 yıllık tarihi boyunca inişli-çıkışlı bir grafik sergileyen ve her zaman güçlü Hamburg takımının gölgesinde kalan St. Pauli, Bundesliga'da bir asansör takımı olmaktan öteye gidemedi. Bundesliga'dan en son düştükleri 02-03 sezonu, kulüp tarihlerinin en zor dönemlerinden birinin de başlangıcı oldu. Takımın, Bundesliga'dan düşüşü kulübü büyük bir mali krizin eşiğine getirdi. Kriz nedeniyle 04-05 sezonunda kulüp, 3. Lig'den mahalli lige düşmeme mücadelesi veriyordu. Peki ama 96 yıllık tarihinde futbolun altın sayfalarında yer alacak sportif bir başarısı olmayan bu takımın önemi nereden kaynaklanıyor? Cevap çok basit; St. Pauliler'den, yani taraftarından. Türk spor basınında farklı bir tavrı temsil eden Tanıl Bora da Birikim dergisinin İnternet sitesinde St. Pauli için benzer bir yorumu yapıyor: "1910 doğumlu kulübü kült yapan, müthiş başarıları değil, futbolu sevme ve 'yorumlama' biçimiyle oluşturduğu bu kendine özgü kültürüdür." Takımın durumu ne olursa olsun hiç susmayan, sürekli şarkılar söyleyen, korsan bayrakları sallayan, orak çekiçli pankartlar açan, ırkçılığı, ayrımcılığı her zaman lanetleyen, ellerinde bira bardakları, kol kola girmiş taraftarları St. Pauli'yi Almanya'da her takımdan farklı kılıyor. Deniz Barış'ın golüyle Bundesliga'ya yükselen St. Pauli'nin 01-02 sezonu öncesi satışa çıkardığı 10 bin kombine biletin, sadece 27 dakika gibi kısa bir zamanda tükenmesi pek çok kulübün gıptayla baktığı bir rekor olarak kayda geçebilir. Bu kadar hareketli bir bölgenin taraftarı da kolayca tahmin edilebileceği gibi son derece renkli ve "farklı" bir portre çiziyor. St. Pauli'nin farklı insanlarının takımlarına sahip çıkmalarının sebebi olarak, 80'lerin sonunda yaşanan bir olay gösterilir: "İşgal edilmiş boş evlerden birinde yaşayan St. Pauli kalecisi Volker Ippig, insanlara yardım etmek ve gerillalara destek vermek amacıyla takımını bırakır ve Nikaragua'ya gider. Bir yıl sonra da kulübe döner ve tekrar kaleye geçer." Ondan sonra bölgeye hâkim sol ve anarşist hava, takımın 19 bin kapasiteli stadyumu Millerntor'u da etkisi altına alır. Tribünlerdeki havayı anlatmak için Werder Bremen'de forma giyen Hırvat milli futbolcu Ivan Klasnic'in, Alman spor dergisi Kicker'e çeyrek final maçı öncesi verdiği demece bakmak gerekiyor: "St. Pauli özel bir kulüp. Taraftarlara bakın, yeter. İşsizden banka müdürüne kadar, herkes yan yana. Millerntor'da ilişkiler, aile gibidir. 2001'de Bremen'e geldiğimde, St. Pauli'yi gözlerimde yaşlarla terk etmiştim. Bir gün geri döner miyim, bilmiyorum. St. Pauli'nin bir sonraki sene hangi ligde olacağını hiçbir zaman bilemezsiniz ki! Fakat kararım karar; yeter ki bir derece yapılabilirliği olsun, bu kulüp için tekrar oynayacağım. Çünkü St. Pauli mitosu beni de bırakmıyor bir türlü." St. Pauli'nin "Sağa Karşı Olun" sloganıyla başlattığı ırkçılık karşıtı kampanya, sosyal sorumluluk bilinci açısından son derece güzel bir örnek. 1992 Aralık ayında başlatılan antifaşist kampanyaya bütün Bundesliga takımları da destek vermişti. Kampanya çerçevesinde Bundesliga'daki bütün futbolcular, "Benim dostum bir yabancı" yazılı tişörtler giyerek sahaya çıkmışlardı. St. Pauli bünyesinde başta Türkler olmak üzere çok sayıda farklı etnik kökenden oyuncu var. Kulübün altyapısındaki Türk kökenli futbolcuların sayısı 80'in üzerinde. Bugün Fenerbahçe forması giyen Deniz Barış ve Vestell Manisasporlu Uğur İnceman'ın da St. Pauli kökenli olduklarını hatırlatmak gerek. Solingen Faciası'ndan sonra St. Pauli takımının sahaya çıkarken açtığı dev Türkçe pankart da takımın duruşunu yansıtıyor: "Faşistleri .... edin, biz hepimiz kardeşiz!" Takımın sık sık Küba'ya gittiğini ve orada yardım kampanyaları düzenlediğini belirtmek de sosyal bilinci vurgulamak açısından önemli. St. Pauli için içelim! 2003 yılı başında krizin kulübün her noktasında hissedildiği dönemde, Corny Littmann, 25 yıl tribünlerden desteklediği kulübe başkan seçildi. Tiyatro yöneticisi Littmann, belki de dünyanın eşcinsel olduğunu saklamayan tek kulüp başkanı. Göreve geldikten hemen sonra kulübü içinden düştüğü bataktan kurtarmak için kolları sıvadı ve bu çabasında da yaratıcı taraftarlarına güvendi. Takım, 3. lig'de kümede kalma mücadelesi verirken, St. Pauli taraftarları da kulübün içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için Almanya çapında "St. Pauli'yi kurtaralım" yardım kampanyasını başlattılar. Bu kampanya kapsamında üzerinde "Retter", yani kurtarıcı yazan tişörtler peynir ekmek gibi satıldı. 140 binden fazla tişört satılırken, 900 bin avro'nun üzerine gelir elde edildi. Kulübe ait Hamburg'daki Gençlik Merkezi'nin satışında da 720 bin avro gelir sağlandı. Bu arada yardımseverler de boş durmadı ve kulüp için 200 bin avronun üzerinde nakit bağış yapıldı. Bu furyada bölgeye has girişimler de oldu: "St. Pauli için içelim" bağış kampanyası, hem iyi bir gelir kaynağı oldu, hem de taraftarları daha da neşelendi! St. Pauli şu anda ölüm-kalım savaşını başarıyla atlatmış durumda. Alman 3. liginde kuzey grubunda mücadele ediyor. Zirve yarışından kopsa da, hâlâ neşeli kalabalıklar önünde topunu oynuyor. Yazının giriş paragrafında bahsedilen Alman federasyon kupası yarı final maçını merak edenler için: Tabela 3-0 Bavyeralılar'ı galip gösteriyor. Ama 90 dakika bağıran tribünler önünde kahverengi-beyazlılar çılgınlar gibi mücadele ettiler, sayısız gol kaçırdılar ve bir futbol dersi verdiler. Topla oynama oranı bir ara yüzde 42'ye düşen Münihliler'in teknik direktörü Felix Magath, maçtan sonra kibarca, "Rakibin baskısına saygı duyarak sahamıza çekildik" dedi.